Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Ocak 2015 Cuma

Yasaklı Bir Yazar; Sadık Hidayet

 

Cehennemliklerin suçu seks ve içki idi.
Cennetliklerin mükafatı da seks ve içki..
Gelecektekiler bizim saflığımıza gülüyorlar..
Sen anlıyor musun?
Ben anlamıyorum!
Huri ve fahişenin farkı nedir?
Biri Allah' ın çalışanı, diğeri kulunun..
İnananlarına rüşvet olarak Huri veren Allah ve Genelev olan Cennet!
Hangisi günahsız?
Çaresizlikten karnını böyle doyuran fahişe mi?
Yoksa vücudunun hazzı, kulların iyi işlerinin    mükafatı olan Huri mi?
Sen biliyor musun?
Ben bilmiyorum!




17 Şubat 1903'te Tahran'da dünyaya gelen Sadık Hidayet, ilk hikayelerini 1925'te eğitimini sürdürmek için gittiği Paris'te yazmış.

1936'da Sanskritçe öğrenmek üzere bulunduğu Hindistan'da Budizm'i inceleyerek, Buda'nın bazı yazılarını Farsça 'ya çevirmiş.

İlerleyen yıllarda, İran'ın gerileyişinin nedeni olarak gördüğü ruhban sınıfı ve monarşinin suiistimallerinin İran halkını körlüğe ve sağırlığa ittiği düşüncesini ortaya koymaya başladıkça çevresine yabancılaşan Sadık Hidayet'in ölümünü yakın arkadaşı Bozorg Alevi şöyle anlatıyor; " Günlerce Paris'te hava gazlı bir daire aradıktan sonra nihayet bir tane buldu. 9 Nisan 1951 günü kapandığı dairesindeki bütün delikleri tıkadıktan sonra gazı açtı. Ertesi sabah erken vakitte ziyarete gelen bir arkadaşı, onu tertemiz giyinmiş, tıraş olmuş, yanı başında yanmış müsveddelerle birlikte, mutfakta yerde yatarken buldu."

Diri Gömülen, Kör Baykuş, Üç Damla Kan, Moğol Gölgesi, İslam Kervanı gibi eserlerinin yanında, Hayyam 'ın Teraneleri, İnsan ve Hayvan, Vejetaryenliğin Yararları, Kafka'nın Mesajı gibi önemli inceleme ve araştırmaları bulunan Sadık Hidayet 'in eserleri, sadece İran'da yasaklı olmakla kalmaz. Politik İslamcılar tarafından Avrupa' da yoğun tepkiler almış olan yazarın kitapları Fransa'daki kitapçı ve kütüphanelerde de bulunamamaktadır. Sadık Hidayet'in tüm eserleri 2006 itibariyle geniş çapta bir tasfiye kapsamında İran'da yasaklı duruma getirilmiş.

Sadık Hidayet, Yılmaz Güney'in de mezarının bulunduğu Pere Lachaise mezarlığında yatmaktadır.







                                               
                                                 

 

Şizofreni Nedir, Ne Değildir?

Şizofrenik bozukluklarda rastlanan işaretler, başka psikolojik ya da nörolojik hastalıklarda da görülebildiğinden şizofreni nedir ve ne şizofreni değildir konusu dikkatle incelenmesi gereken bir konudur.

Şizofreni ağır bir psikolojik hastalıktır. Şizofreni ile ilgili toplum içinde delilik, tembellik, kişilik bozukluğu gibi pek çok yanlış anlayış hüküm sürse de, en yaygın yanlış şizofreninin bölünmüş kişilik olarak düşünülmesidir. Bu yanlış anlayış, şizo kelimesinin Yunanca 'da "bölünme" anlamına gelmesinden kaynaklanır. Şizofrenide kişilik değil, aslında düşünceler arasındaki bağlantılar bölünür.

Şizofrenik kişiler psikotik olarak adlandırılır. Psikotik, "akıl hastası" ile karıştırılır ancak aslen "gerçeklikle bağı kopuk" demektir. Akıl hastası, psikotikten farklı olarak suçlu davranışlarında cezaya tabi tutulmayan kişiler için kullanılır.

Şizofreni depresyon da değildir. Depresyon ile gelişen içedönük haller, şizofreni ile karıştırılmamalıdır.

Şizofreni belirtileri nelerdir sorusunun cevabı, farklı alanlarda yapılacak incelemelerin konusudur.
Dış görünüş, bilinç, yönelim, ilgi ve dikkat, duygulanım, konuşma, algılama, bellek, dışa vuran davranışlar, fiziksel belirti ve diğer belirti alanlarında yapılacak klinik incelemeler sonucunda, şizofreni tanısı konabilir.

Şizofrenisi olan kişiler sıklıkla varsanılar ve sanrılar yaşar. Varsanılar genellikle gerçekte olmayan sesler duyma biçimindedir. Sanrılar ise, psikotik kişinin gerçek olduğunu sandığı yanlış inanışlardır.

Örneğin şizofreni hastalığı olan kişiler biri tarafından öldürülmek istendiğini, uzaydan gelen yabancılarla iletişim haline geçebildiğini düşünebilir. Sıklıkla kendilerini tehlikede hissederler ve normal bir yaşam sürdüremezler. Şizofreninin kesin bir tıbbi çözümü olmamakla beraber psikotik olan bireyler devamlı ilaç tedavisi görmektedir. Bu tedaviyi almadıkları müddetçe sanrı ve varsanımları devam eder, iyileşme gösteremezler.

Birbirinden farklı gelişme gösteren Şizofreni türleri vardır. Örneğin dağınık şizofrenide hasta çocukça davranışlarda bulunur, toplum kurallarına aldırmazlık gösterir ve genellikle anlaşılmaz konuşur.

Paranoid şizofrenide hasta kendisinin ajan yada peygamber olduğunu düşünebilir, büyük bir sırrı saklamakla görevli olduğuna inanabilir. Eğer sanrıları gerçek yaşama uygunsa kişi dışardan normal görünebilir. Hasta düşüncelerine karşı gelen birine karşı düşmanlık besleyebilir ve saldırganlaşabilir.

Bunların dışında katatonik şizofreni ve ayrışmamış şizofreni olarak farklı türleri de bulunmaktadır.

Şizofreni ile ilgili pek çok araştırma yürütülmeye devam edilmektedir ve bu araştırmalarda şizofreninin kalıtsal bir hastalık olduğu artık kesindir. Ailesinde şizofreni hikayesi bulunanlarda, şizofreni belirtileri görülmesi halinde, ihmal etmeden uzman kontrolüne girilmeli, şizofreni tedavisi önemsenmelidir. Hastalık en çok genç yaşlarda kendini göstermektedir ve genellikle travmatik bir olay sonrasında tetiklenmektedir. Şizofrenisi olan kişiler toplumdan dışlanmamalı ve damgalanmamalıdır. Toplum içinde hastalığa farkındalık oluşturulmalı ve hastalara daha fazla sosyal ortam oluşturulmalıdır. Hastaların aile ve yakın çevresi bilinçlendirilmeli, psikotik kişiye sevecen ancak kararlı şekilde yaklaşılmalıdır. Hastaya her zaman destek olunmalı ve tedavi edilmeye çalışılmalıdır.

Aberdeen Üniversitesi tarafından yapılan çalışmalar sonucu geliştirilen basit bir şizofreni testi sayesinde, uzmanlar şizofreni hastalarını diğerlerinden kolayca ayırmayı başarmış. "Bakış Testine" göre şizofreni hastaları, yavaş hareket eden nesneleri hatasız ve kesintisizce takip etmekte zorlanıyor. Hastaların göz hareketleri, ilk önce nesnenin arkasına düşüyor ve seğiriyormuş gibi olup tekrar nesneyi yakalıyor.
Dr. Benson araştırmayla ilgili  “Psikotik hastalıkları olanların göz hareketlerinde bir takım anormallikler bulunduğu yüzyıldan fazladır bilinen bir şey. Fakat bugüne kadar, bu göz hareketlerinin klinik hastalıkları tespit edebilecek kadar doğru sonuçlar verebileceğini kimse bilmiyordu.” diyor.

29 Ocak 2015 Perşembe

"Ölümüm"

Varlık dergisinin Orhan Veli'nin hiç bir kitapta yayımlanmamış "Ölümüm" adlı şiiri olduğu iddiasıyla yayımladığı şiirin başlattığı tartışmalara, Fahri Erdinç'in 1945'te yayımlanan "Şen Olasın Halep Şehri" adlı kitabı son noktayı koydu.

Kitabın 31. sayfasında yer alan "Ölümüm" şiiri ise, sahibinin adı arkasında kalamayacak kadar etkileyici;


ÖLÜMÜM

Sabah,
Alnımda iki ter damlası konuşacak,
Yorgun öldüğüme dair
Ve benim Yeni Sabah'ı,           
Başkasına verecek gazeteci Yusuf,
İskele kahvesinde çayım soğuyacak
Boğazın ilk yolcuları,
Yanlarında bulunmadığımın,
Farkına bile varmayacaklar
Laz müezzin gazel çeker gibi,
Hakkımda sela verecek ,
Kuş kafası gibi kar yağarken
Çamlıca'da ölünür mü diyen
Çoğu abdestsiz bir cemaatim olacak
Musallada
İmam bildiğini okuyacak
Bozuk düzen makamından, Hazirun "iyi biliriz" diye
Yalan söyleyecekler..
Sülalem sayılıp Cumhuriyet'te
Müessif bir irtihal- denmeyecek
Müjdelik ölümüme
Mezarımın başucu,
Dünyalık başım gibi bomboş kalacak.
                                                                                                                   Fahri Erdinç
 
Detaylara buradan ulaşabilirsiniz; Tıkla

"Sapla Saman" : Ev Yapımı Tarçınlı Gargara

"Sapla Saman" : Ev Yapımı Tarçınlı Gargara: Ev Yapımı Tarçınlı Gargara Ağız kokusu hepimizin kabusudur. Ağız kokusunun , altında yatan sebepler, diş hastalıklarından kaynaklı bakteri...

"Sapla Saman" : Siğillerden Elma Sirkesi İle Kurtulmak Mümkün

"Sapla Saman" : Siğillerden Elma Sirkesi İle Kurtulmak Mümkün: Çocukken elimde siğil çıktığında, anneannem incir ağacından bir yaprak koparır ve yapraktan çıkan beyaz sıvıyı (ki ben buna incir sütü ...

Gül Maskesi

Gül yağı ve gül suyu ile yapılan, uygulanması son derece kolay bu günlük cilt temizleme losyonu  yüz şişkinliklerini gideriyor ve cildi canlandırıyor. Üstelik de mis gibi gül kokuyor...




Hem güzellik maskeleri hem de sivilce maskeleri arasında sayılabilecek doğal bir ışıltı kaynağı olan gül maskesinin faydaları saymakla bitmiyor.

Cilt üzerinde birikmiş yağ ve kiri adeta sökerek alan gül maskesi, gözenekleri temizleyerek sivilce oluşumunu engelliyor. Aynı zamanda yüz şişkinliği giderici gül maskesi sayesinde cilt ferahlıyor, canlanıp dirileşiyor.

Gül maskesi ne işe yarar diye merak edenlerin öncelikle bilmesi gereken, sadece hoş ve ferahlatıcı kokusu için bile gül maskesinin her gün keyifle uygulanacak bir cilt temizleme losyonu olduğu.

Gül maskesi yapanlar, uygulanması da son derece pratik olan gül maskesinin faydaları ile tanıştıktan sonra, ciltlerinin günlük temizliğinde bu ucuz ve doğal yöntemi tercih ettiklerini söylüyorlar.

Gül maskesi nasıl yapılır hemen kısaca tarif edelim;

Malzemeler:

Yarım çay kaşığı maden suyu  ( Biraz gazı kaçmış olmalı)

Yarım çay bardağı gül suyu

Yarım limon suyu

1 çay kaşığı gül yağı

Tüm malzeme birbirine karıştırıldıktan sonra, püskürtme yapılabilecek bir şişeye doldurulur. Cildin günlük temizliği bu spreyle yapılır. Cilde püskürtüldükten sonra, 5 dakika kadar bekletilirse cilt karışımı daha güzel emecektir. Ilık suyla cilt durulanır. Suyla birlikte akan kirin arkasından uzun uzun bakılır.

İntihara meylim vallahi dertten...


 

 
İntihar, kişinin belki de kendine uyguladığı en şiddet içeren bir tepki ile kendi yaşamına son vermesi olarak tanımlanabilir.

Ölümle sonuçlanacağı bilindiği halde yapılan bir eylemin her türlü doğrudan ya da dolaylı sonucu olarak gelişen ölüm için intihar denilebilir. Ancak bir kişinin intihar ettiğinin söylenebilmesi için o kişinin ölmüş olması şarttır. Hali hazırda hayatta olan biri için “intihar etti” denilemez. “İntihara teşebbüs etti”,intihar girişiminde bulundu” gibi tabirler, böylesine hayati bir konuda oluşabilecek yanlış anlaşılmaları önleyecektir.

İntihara Türk Dili açısından kabaca bir bakış attıktan sonra, bakalım modern tıp intiharı nasıl değerlendiriyor.

Modern tıp, intihar meyline tedavi edilmesi gereken bir ruhsal rahatsızlık gözüyle bakıyor. Yapılan istatistikler intiharların genellikle, işsizlik, aile ilişkileri, geçim derdi, sosyal ilişkiler gibi pek çok toplumsal nedenlere bağlı olarak geliştiğini gösterse de, tıp için, intiharı çözüm olarak gören, sürekli intihar planları yapan kişiler, tedavi edilmesi gereken bir ruhsal hastalıkları bulunduğu paydasında buluşuyorlar.

Felsefe açısından değerlendirildiğinde ise intihar, bir kısım düşünürler tarafından adeta lanetlenmiş, bir başka kesim tarafından ise yer yer savunulmuş. Yaşamın anlamı ve değeri, kişinin kendi ölümü ve veya yaşamı üzerinde söz sahibi olma hakkı olup olmadığı, kendi yaşamına son vermenin erdemli bir davranış olup olmadığı, bunun cesaret mi gerektirdiği, yoksa bir çeşit korkaklıktan mı kaynaklandığı gibi sorular üzerindeki tartışmalar, felsefe tarihi boyunca sürüp gitmiş.

İntihar konusunu felsefenin merkezine oturtarak irdeleyen Albert Camus, yaşamın yaşanmaya değerliği üzerinden tarttığı intiharı, savunuculuğunu yapmadan, hayatın yaşamaya değmeyecek ölçüde saçma, bununla birlikte yaşamanın elzem olduğu şeklinde değerlendirmiş.

Günlük hayatın zorlukları karşısında annemizin bizi neden dünyaya getirdiği konusunda kendi felsefemizi şekillendirirken, intihar fikrine kapıldığımız ya da bitse de gitsek türünden düşüncelere daldığımız oluyordur. Bu intihara meyilli bir tutum mudur? Ya da bazen ölüm getirebileceğini bile bile atıldığımız yollar intihara meylimiz olduğunu gösterir mi?

Araştırmalar gösteriyor ki, intihar fikrine intiharın kendisinden daha sık rastlanıyor. Hemen herkes hayatına son vermenin nasıl bir şey olacağı konusunu aklından geçiriyor. Ancak bu düşünceler bir takım planlara dönüşmeye başladığında tehlike de başlıyor. İntihar girişimlerinin yarısından fazlasında başarı ilk seferde sağlanamıyor. İntihar etmeye niyeti olanın hiç de zorlanmadan başarılı olabileceği intihar yöntemleri bulmanın ne kadar kolay olduğu düşünüldüğünde, bu girişimlerin çoğunun kurtarılmak umuduyla yapıldığı açıkça görülüyor. İşin garibi bu manasız görünen dikkat çekme arzusu, tekrar eden bir davranış biçimine dönüşebiliyor ve daha önce intihar teşebbüsünde bulunanlar bunu yeniden deneyebiliyorlar.

Yılda ortalama 800 bin kişi kendini öldürüyor.

15-29 yaş aralığındaki gençlerde ikinci büyük ölüm nedeni intihar.

İntihar neticesinde ölümlerin ¾ ü düşük ve orta gelir düzeyinde ülkelerde.

70 yaş üstünde intihar oranı daha yüksek

Yani dil, tıp, felsefe, biz hangi açıdan bakarsak bakalım, dünya sağlık örgütünün yaptığı araştırmaya göre dünyada her 40 saniyede bir insan kendi yaşamına son veriyor.

Benim açımdan intihar mı?

Ben intiharı daha ziyade mecaz anlamında ele almak isterdim.

Yani, sırf bir memleketi sevdiğin için orda kalmak intiharsa, evet intihara meylim var, ama vallahi dertten…

 

 

 

27 Ocak 2015 Salı

PSİKOPATİK CİMRİLİK


Cimrilik hastalık değil, bir kişilik özelliği olarak tanımlansa da, insan ilişkilerini olumsuz yönde etkilediği gerçek. Duygusal, sosyal, psikopatik cimrilik türleri var ama bunlardan en tehlikelisi belki de psikopatik cimrilik.

Psikopatik cimriler başka kişilerle bir alışverişte bulunacağı zaman sanki kendisinden bir parça kopuyormuş gibi rahatsız olduklarını söylüyorlar. Bu kişilerde sosyapatik narsist yapı her haliyle kendini gösteriyor. Bir psikopatik cimri kendinden başka herkese karşı güvensiz hissediyor. Para onun için en sağlam güvence ve her kapıyı açıyor.

Uzmanlar bu cimrilik türünün çocuğun tuvalet alışkanlığı edinirken yaşadığı travmalardan ve yanlış ebeveyn tutumlarından kaynaklandığını belirtiyor. Bu dönemde sıkı kurallara tabi tutulduysa çocuk, tuvaletini uzun tutma, bırakmaktan çekinme veya bilerek bırakmayı istememe gibi tutumlar ortaya çıkarmaya başlıyor. Bu özellikleri ise zamanla karakterine yerleşen, cimrilik, paylaşımcı olmama ve bencillik takip ediyor.

Uzman doktorlar cimriliğin en tehlikelisinin psikopatik cimrilik olduğunu vurgularken, burada cimri kişilik yapısının  zalimlik de içerdiğini belirtiyor. Bu cimrilik türünde kişi, ekonomik güç edinmek için psikolojik baskıların yanı sıra şiddet de uygulayabilmekte. 

Psikopatik cimrilikte, kişi şirketinde çalışanları sömürebildiği kadar sömürüyor, yapabildiği kadar yolsuzluk yapıyor, vergilerini ödemiyor, yalan, dolan, hepsi onda. Bu konuda örnek aramak için herhalde fazla uzağa gitmeye gerek yok. Sonuçta her gün gazetelerde neler okuyoruz...

Cimri insanların ilişkileri ve evlilikleri de sorunlu oluyor. Ancak cimri olan kişi bunu kabul etmiyor. Cimriliklerini "tutumluluk" olarak adlandırmayı tercih ediyorlar.

Kölelik sisteminin temelinde de sosyopatik cimrilik bulunuyor.

EMDR terapisi psikopatik cimriliğin tedavisi için kullanılabiliyor. Hastanın çocukluk dönemine iniliyor. Bu yöntemle en azından sosyopatik nitelikler ortadan kaldırılabiliyor.

25 Ocak 2015 Pazar

Çoklu Zeka Kuramı

Howard Gardner tarafından 1983 yılında  ortaya atılan çoklu zeka kuramı, neye benzetilebilir diye düşünüldüğünde akla gelebilecek en iyi örneklerden biri dengeli beslenme olabilir.
Tek yönlü beslenme nasıl ki belirli hastalıklara yol açıyor ve metabolizma üzerinde olumsuz etkiler oluşturuyorsa, tek yönlü zeka beslenmesi de zihin gelişimini potansiyel olarak sınırlıyor. 
 
Çoklu zeka kuramına göre insan beyni,
  • Sözel-dilsel,
  • Mantıksal-matematiksel,
  • Müziksel-ritmik,
  • Görsel-uzamsal,
  • Öze dönük- içsel,
  • Kişilerarası- sosyal,
  • Doğa ve bedensel-kinestetik  zeka alanlarını içermektedir.
 
Geleneksel eğitim bunlardan ilk ikisini, yani sayısal ve sözel olanı dikkate alır. Diğerleri okullarda gereken önemi görmez. İşte bu tek yönlü beslenmedir ve zekanın potansiyelini sınırlar. Biraz bile kuşkucu bir yaklaşım, bu eğitim sistemini kullanan bir idarenin, daha az düşünen bir nesil yaratmayı amaçladığını düşünebilir.     

Çoklu zeka kuramında anahtar kavram "çoğul" kelimesidir. Çünkü zeka çok yönlüdür. Doğuştan genetik kalıtımla getirilen zeka geliştirilebilir, değiştirilebilir ve zeki olmak belli bir derecede öğrenilebilir. Gardner zekanın özelliklerini şöyle sıralamaktadır:


1. Her insan kendi zekasını arttırma ve geliştirme yeteneğine sahiptir.
 
2. Zeka sadece değişmekle kalmaz aynı zamanda başkalarına da öğretilebilir. 
 
3. Zeka insandaki beyin ve zihin sistemlerinin birbiriyle etkileşimi sonucu ortaya çıkan çok yönlü bir olgudur.
 
4. Zeka çok yönlülük göstermesine rağmen kendi içinde bir bütündür.
 
5. Her insan, çeşitli zeka alanlarının tümüne sahiptir.
 
6. Her insan, zeka alanlarından her birini beli bir düzeyde geliştirebilir. 
 
7. Çeşitli zeka alanları, genellikle bir arada belli bir uyum içinde çalışırlar.
Bir insanın her alanda zeki olabilmesinin bir çok yolu vardır. 

Çoklu zeka kuramı, zekaya ilişkin geleneksel anlayışların eksiklerini vurgulamakta ve yeni bir pencere sunmaktadır.  
 
Howard Gardner'in çoklu zeka kuramı ve bilimsel dayanaklarını anlattığı videoyu buradan izleyebilirsiniz.

Ev Yapımı Antibiyotik

Tamamen Doğal Malzemelerle Hazırlanan Ev Yapımı Antibiyotik İle Kendinizi Hastalıklardan Koruyun!

Güçlü bir karışım olan bu ev yapımı ilaç, aslında hikayesi Orta çağ Avrupa'sına kadar uzanan bir doğal antibiyotik. İnsanların her türlü salgından ve hastalıktan korunmak için buldukları bu reçete günümüze kadar ulaşmıştır.  
Metabolizmayı temizlemeye yönelik olan bu ev yapımı antibiyotik,  vücuttaki bakterileri öldürmeye yarayan güçlü etkilere sahip  tamamen doğal bir reçete. Sahip olduğu antiviral ve antifungal formülü sayesinde, kan dolaşımını hızlandırır . Mantar hastalığına yol açabilen bir bakteri çeşidi olan kandida ile savaşmakta da çok etkili bir tedavidir.
Bu doğal antibiyotik, bir çok insanın viral, bakteriyel, parazitik, mantarsı hastalıklarına şifa olmuştur. Kronik hastalıkların tedavisinde uygulanan bu karışım aynı zamanda kanı da temizlemektedir. Yüzyıllar boyunca insanların hastalıklardan kurtulmasına vesile olan bu formülün sırrı, doğal ve taze malzemelerin kullanımına ve kombinasyonuna dayanmaktadır.   
Özetle, her türlü hastalığın tedavisinde güçlü bir etkiye sahip olan bu mucizevi ev yapımı antibiyotik, bir yandan  bağışıklık sistemini güçlendirirken  diğer yandan antiviral, antibakteriyel, antiparazitik özellikleriyle vücuttaki enfeksiyonlarla savaşmaktadır. 
Gelelim reçeteye! 
Karışım hazırlarken eldiven giymenizi öneririm. Zira acı biberlerle epeyce haşır neşir olacağız.
 
Malzemeler: 
  • 700 ml elma sirkesi  (organik olanları kullanınız)
  • ¼  fincan doğranmış sarımsak
  • ¼fincan doğranmış sarımsak
  • 2 tane taze acı biber ( bulabildiğiniz en acı biberler)
  • ¼ fincan rendelenmiş zencefil
  • 2 çorba kaşığı rendelenmiş kara turp
  • 2 çorba kaşığı toz zerdeçal 
Hazırlık: 
 
1. Sirke haricinde tüm malzemeyi bir kapa alın.
2. Karışımı cam bir kavanoza aktarın.
3.  Kavanozu ağzına kadar elma sirkesi ile doldurun. Eğer cam kavanozun 2/3'ü kuru malzemeler kadarsa, geri kalanını elma sirkesi ile doldurmanız ideal olanıdır. 
4. Kavanozun ağzını sıkıca kapatın ve  güzelce çalkalayın.
5. Kavanozu serin ve kuru bir yerde 2 hafta kadar bekletin. Gün içerisinde bir kaç kez kavanozu çalkalayın. 
6. 14 gün sonra, posayı iyice sıkın ve suyu başka bir yere aktarın. Daha iyi sonuç için tülbent bezi kullanabilirsiniz.
7. Posayı yemeklerinizde kullanabilirsiniz. 
Ev yapımı antibiyotik kullanıma hazır! Buzdolabınızda tutmanıza gerek yok. Kuru ve serin bir yerde uzun süre muhafaza edebilirsiniz.
Ayrıca Karışıma biraz zeytinyağı ekleyerek salatalarınızda da kullanabilirsiniz..
 
Dikkat : Güçlü bir tadı vardır ve oldukça acıdır.! Toniği içtikten sonra bir dilim portakal, limon yemeniz, acıdan ötürü yanmanızı azaltacaktır.   

Fotoğraflarda daha ince görünmek için 5 Hile

Fotoğraflarda daha ince görünmek için yapabileceğiniz bazı ufak hileler sayesinde daha fotojenik olabileceğinizi biliyor muydunuz? Biraz garip gelebilir ama işe yaradığını gördüğünüzde vazgeçemeyeceksiniz!
 
1.Daha ince bir yüz için dilinizi fotoğraf çekilirken damağınıza yapıştırın. 
 
2. Kameranın sizi aşağıdan çekmesine asla izin vermeyin. Olduğunuzdan daha kilolu çıkmanız garanti! Fotoğraflarda daha ince görünmek için, fotoğrafçıdan sizi yukardan çekmesini isteyin. Böylelikle kameranın açısı gereği yukarı bakmanız gerekecek ve gıdınızın ortaya çıkması gibi bir derdiniz kalmayacak ve boynunuz ince görülecektir.
 
3. Fotoğraflarınızın çekileceğini biliyorsanız ona göre giyinin! Fotoğraflarda daha ince görünmek için, baştan aşağı tek bir renk giyinin. Bu sizi daha ince gösterecektir.
 
4.Genellikle ayaktayken poz veririz ama oturuyorsanız da sorun etmeyin ! Bacak bacak üstüne atın hemen böylelikle bacaklarınız ve bilekleriniz daha ince görünecektir.
 
5. Eğer üzerinizde salaş ya da bedeninize sıkı sıkıya oturmuş bir kıyafet varsa yardımınıza elinizdeki çanta koşabilir. Fotoğraflarda daha ince görünmek için, çantanızı önünüze alın. En eski numaralardan biridir. Deneyin göreceksiniz.

Dünyanın En Acayip Yemekleri

Eğer beslenme alışkanlıklarınızın yelpazesini genişletmek istiyorsanız, diğer ülkelerin bu tuhaf gıdalarından herhangi birini deneyebilirsiniz. Her ne kadar çok sevimli görünmeseler de aslında dünya genelinde inanılmaz popüler olan bu yiyeceklere bir göz atalım...


Yusufçuk
                                                                           


Genellikle haşlanmış veya kızarmış olarak servis edilmektedir ve tatları yumuşak yengeç kabuğu gibidir.

Denizyıldızı



Sert kabuğu kırıldıktan sonra içindeki et diş macunu ve dana kıyması arasında bir dokuya sahiptir. Bu yiyecek Çin'de yenilmektedir.

Kanguru eti



Tadı geyik eti ve manda eti arasında bir karışımdır. Bu yiyecek birçoğunuzun hemen tahmin ettiği gibi Avustralya’da yenmektedir.

Jöleli Kanada Geyiği Burnu



Kanada'da servis edilen bu yiyecek Kanada'ya özgü olan bir geyiğin burnunun soğan, sarımsak, baharat ve sirke ile kaynatılmasıyla hazırlanmaktadır.

Yabanarısı Krakerleri



Japonya'da servis edilen bu yiyecek sadece başkent Tokyo'nun 100 km dışarısında bulunabilmektedir.

Stargazy Turtası



Bu İngiliz turtası balığa tek başına giden balıkçıları ödüllendirmek için yapılmaktadır.

Lutefisk



Beyaz balık eti sodalı su içinde bekletilip ardından servis edilmektedir. Bu yiyecek Norveç'e özgü bir gıdadır.

Sakatat Yahnisi



Koyun midesi koynun akciğeri, kalbi ve karaciğeri ve ek olarak da soğan ve baharatlar ile doldurulmuş olarak servis edilmektedir.

Süne



Bu kötü kokulu böcekler Afrika'da sunulmaktadır ve çiğ veya pişmiş olarak yenilmektedir. Bahsedildiği kadarıyla bu yiyeceğin elma tadında bir lezzeti bulunmakla beraber sakinleştirici etkileri de mevcuttur.

Eskimo Dondurması



Eindeer yağ, sızdırmazlık yağı, taze düşmüş kar, çilek ve taban balığı bu Alaska lezzetini oluşturmaktadır.

Casu Marzu



Bu Meksika peyniri içinde binlerce kurtçuk oluştuktan sonra artık yemeye hazır sayılmaktadır.

Beondegi



Bu ipekböceği pupaları Kore'de bir aperatif olarak servis edilmektedir.

Nsenene



Bu uzun boynuzlu çekirgeler kızarmış, kurutulmuş veya haşlanmış olarak servis edilmektedirler.

Witchetty Larvası



Bu larva çiğ veya sotelenmiş şekilde yenmektedir ve bahsedildiği kadarıyla tadı bir kızarmış yumurta ile aynıdır.

Kiraz Çiçeği Eti



Bu besin aslında sadece kiraz çiçeği sezonunda servis edilen çiğ at etidir.

Jumiles



Bu süneler Meksika'da salsa sosuna lezzet katmak için kullanılmaktadırlar.

Shirako



Bu Japon yemeği erkeklerin sperm keselerinden yapılmaktadır.

Kuş Yuvası Çorbası



Güneydoğu Asya'da bu çorbada kullanılan yuva, kuşların salyaları kullanılarak yapılmaktadır.

Kızartılmış Trantula



Kamboçya'da bu kürklü örümceler dışkıları içlerinden çıkartılmadan yumurtalarla birlikte servis edilmektedir.

5 Numaralı Çorba



Filipinlerde içilen bu çorbaya asıl lezzet veren içerikler boğaların penisleri ve yumurtalıklarıdır.

Khash



Bu çorba Doğu Avrupa'da içilmektedir ve haşlanmış inek ayağı ile yapılmaktadır.

Tong Zi Dan



Ayrıca bir diğer adı da "bakire erkek yumurtaları" olan bu yiyecek bu ismini yumurtaların genç erkeklerin idrarı içerisinde haşlandığından almıştır.

Blodplattar



Kırmızı pudinge çok benziyor ama gevrek bir gözleme içerisinde domuz kanı pişirilerek yapılan . İsveç ve Finlandiya'da çok popüler bir yiyecektir.

Ağustosböceği



Kızartılmış ağustosböceği başta Japonya, Tayland, Malezya'da yenmektedir ve günümüzde Amerika Birleşik Devletleri'nde bile yenmeye başlanmış bir yiyecektir.

Muktuk



Dondurulmuş balina derisi ve balık yağı dilimlenip tuzlandıktan sonra servis edilmektedir. Bu yiyecek Grönland'de çiğ olarak yenmektedir.

Shiokara



Fermente kalamar bağırsağı kalamar mide suyu ile karıştırılır ve miso, tuz, soya sosu, sake, kırmızıbiber ve yuzu kabuğu ile birlikte servis edilir.

İpek Böceği



Bu ipek böcekleri sotelenmiş veya kurutulmuş şekilde yenilebilmektedir ve tatları çamfıstığına ve enoki mantarına benzemektedir.

Yılan Şarabı



Bu içecek Çin ve Vietnam'da içilmektedir ve erkeklerin cinsel gücünü arttırdığına inanılmaktadır. Yılanın zehri pirinç şarabı içerisindeki etanol ile nötrleştirilmiştir.

Gine Domuzu



Gine domuzu kızarmış veya ızgara olarak servis edilmektedir ve bahsedildiği kadarıyla tadı domuz ve tavşan etinin bir karışımı gibidir.

Güney Usulü Kızartılmış Çıngıraklı Yılan



Görünüşe göre çok hafif bir lezzete sahip olan bu yiyecek ABD'de bir hayli popüler olan yerel yiyeceklerin arasında bulunmaktadır.

Sivrisinek Yumurtası



Meksika'da yenilen bu yiyecek servis edilmeden önce kavrulmaktadır veya kurutulmuş bir şekilde direk servis edilmektedir.

Salmiakki



Bu siyah meyan aromalı ayılar tuzlu bir lezzete sahiptir. Bu yiyecek Hollanda, Danimarka ve Finlandiya'da yenilmektedir.

24 Ocak 2015 Cumartesi

Yalnızlık Da Faydalıdır!

 
Gerçekte ne kadar becerebiliyoruz, yalnız kalmayı?
Ne kadar hakkını verebiliyoruz yalnızlığın?
Bir gün adamakıllı yalnız kalınca, kendi kendimize ne kadar yetebiliyoruz?
Aslında ne kadar korkulsa da şu yalnızlıktan, herkesin bir dönem yalnız kalması ve kendini dinleyip, düşüncelerini düzenlemesi gerekir. Peki, neden korkulur şu yalnızlıktan?
 Kafanızı en son ne zaman dinleyebildiniz? Dinlemek derken, yani kafanızın ne söylediğini...
Ama öyle dosttan arkadaştan arınıp da değil, şöyle enikonu yapayalnız yani.
Ben çok tavsiye ederim şahsen, kendi adıma, bina aleyh... Ama zaman zaman tabiî ki, her zaman değil... Bazı düşünceleri düzenleyip oturtmak, kolay olmuyor nitekim yalnız kalamayınca.
Bazen tesadüfen yalnız kalır insan, bazense bile isteye... Ama ikincisi pek kolay olmaz...Çünkü insanlara hayır demek, her zaman kolay olmuyor maalesef...
Şimdi bu yazıyı okuyunca, hiç olmazsa birkaç gün kendinize zaman ayırın ve yalnız kalın. Ne meditasyon ne de başka bir şey, şu yalnızlık kadar iyi gelmeyecektir. Hele ki her şeyi deneyip de bir faydasını göremediyseniz, birebirdir. Ruha yatırım yapmak, hiç de küçümsenecek bir olgu değildir çünkü...

Şimdi haydi nolur bir kez bu şarkıyı dinleyelim...
https://www.youtube.com/watch?v=z79pgPn357g

23 Ocak 2015 Cuma

MUZ DİYETİ; Japonya’dan gelen Keşif

Son günlerde dünya, kocasının aşırı kilolarından dertli Japon eczacı Sumiko Watanabe’nin geliştirdiği Muz diyetini konuşuyor. Watanabe’nin reçetesi Japonya’da muzu karaborsaya düşürecek kadar popüler olmuş ve Japonlar artan muz talebini karşılayabilmek için Filipinler’den muz ithal etmeye başlamışlar.

Peki, nedir bu muz diyeti?

Watanabe’nin reçetesinde tüketmekle yükümlü olduğunuz tek şey muz. Sabah güne başlarken, doyana kadar muz yiyorsunuz. Sınır yok. İstediğiniz kadar, gönlünüzce muz var. Bir de üzerine bir bardak süt ya da oda ısısında su içmelisiniz. Bunun dışında yapmanız değil, yapmamanız gerekenler konusunda uymanız istenen birkaç temel kural var. Süt ürünleri ve alkol tüketmemelisiniz. Ayrıca akşam yemeği bahsini saat 8’den önce kapatmanız gerekiyor. Bir de geç yatmamalısınız. Yani 8’den önce yemek, 12’den önce yatak.

Muz Diyeti nasıl işliyor?

Muz diyetinin işlevselliği lifler tarafından sağlanıyor. Muzda bulunan sindirimi hızlandırıcı enzimler besinlerin bağırsaklarca emilimini hızlandırıyor. Ayrıca besinler yalnızca soğuk tüketildiğinde etkili olan bir çeşit lif sayesinde, yağ yakımı hızlanıyor. Bahsi geçen liften bir muzda 2-4 gr bulunuyor. Muzun içindeki lifler, su ya da sütle birleşerek iyice şişiyor ve bu da sizi uzun süre tok tutuyor. Böylece öğle yemeğini hafif atıştırmalarla geçiştiriyorsunuz. Öğleden sonra da abartmamak kaydıyla bir şeyler yiyebiliyorsunuz. Öğleden sonraki atıştırmanız da akşam yemeğine yumulmanızı engelliyor. Ve bütün diyetlerden aşina olduğunuz kural;  8’den sonra bir şey yemek yok…

Muzun fayda ve zararları neler?

Muzun faydaları saymakla bitmiyor. Enerji verici ve kemiklerin gelişmesine yardımcı muz, güne dinç başlamak ve gün boyu dinamizmi korumak için ideal bir kahvaltı. Ayrıca muzun adet sancılarını azaltıcı etkisi de biliniyor. Muz stresi azaltıyor. İyileşme sürecini kısaltıyor

Muzun faydalarından cilt de nasibini alıyor, canlanıyor, yenileniyor. Yalnız potasyum kaynağı muzun aşırı tüketildiğinde kabızlığa yol açabileceğini de unutmamak gerekiyor.

Muz diyetinin klasik diyet listelerinden farkı nedir?

Karışık listelerden, uygulanması zor programlardan, miligramlık hesaplamalardan bunalıp, daha fazla diyet yapamayacağına karar vererek, çareyi fazla kilolarıyla barışmakta bulan pek çok kişi, Watanabe’nin bu son derece kolay uygulanabilir reçetesi sayesinde yeniden fit olma hayallerine geri döndü. Japonya’dan gelen keşif, muz diyetini diğer zayıflama listelerinden ayıran en temel özellik, bir liste olmaması. Aklınızda kolayca tutabileceğiniz bir reçete daha çok.

Muz diyetini diğerlerinden ayıran bir özellik de bence Japonya’dan geliyor olması. Japonlar’ın dünyanın en fit insanları olması beslenme prensiplerinin doğru olduğunu gösteriyor. Şimdi bu durum bir fıkra olsa, içinde bir İngiliz, bir Fransız, bir Amerikalı ve bir de Japon olsa, ben şahsen Japon olanın ye dediğini yer, yeme dediğinin de yanında yatarım.
Sonuç;
Sağlık sorunlarınız varsa, mutlaka doktorunuza danışmak kaydıyla uygulayabileceğiniz Japonya’dan gelen keşif; muz diyeti sayesinde sağlıklı bir şekilde kilo verebilir, henüz vakit varken muz diyetine baş koyarak, 2015 yazında plajlarda ince bir meltem gibi esebilirsiniz…